8 Haziran 2015 Pazartesi

3 GÜNLÜK DÜNYA...


Bugün arkadaşımla konuşurken laf arasında “3 günlük Dünya Alevciğim”  diyince,  “Biliyormusun  gerçekten 3 güne yakın yaşıyormuşuz. Yani o söz bize Atalarımızdan gelmiş yerleşmiş fakat diğer sözler gibi nedensiz değil bir temeli var” dedim.  “Nasıl yani ?” dedi..

Yıllar evvel birgün Işık bir varlıkla kanal bağlantısının yapıldığı bir ortamda ben de vardım. Bize sevgi dolu özel ve güzel bilgiler aktarıyordu. Bu arada sorularımız da vardı elbette. Ben de  “Sizin bulunduğunuz boyutlardan baktığınızda Dünya’da ortalama  yaşam süremiz ne kadar?” diye sordum.  

“Zaman sadece sizin dünyanızda yani 3. Boyutta olan bir kavram. Zaman diye bir durum yoktur. Herşey AN’da yaşanır ve her AN’a da dönülebilir. Çünkü her şey AN’da  gerkçekleşir” dedi.
 Bunun için de zaman da yolculuğunun olduğunu da söylemiş oldu. Hatta halen AN itibariyle Atlantislilerin bile yaşadığını da... Çok Derin bir cevap..

Ben de “Fakat bir benzetme ya da yaklaşık bir şey söyleyebilirmisiniz” diye ısrar edince..  

“Dünya’ya geliş ve dönüş sürenizi sizin dünya zamanınızla bir benzetme yaparsak. –Maksimum 3 gün- diyebiliriz “ demişti..

Yani hakikaten 3 günlük bir Dünya’da yaşıyoruz.  Üstelik ruhsal plandaki anlaşmalarımız dışında Dünya'da düşüncelerimiz ve davranışlarımızla,  kendi yarattığımız karmaları da tamamlamaya çalışarak en yüksek farkındalık ve bilinçle geri dönmeye çalışıyoruz. Tabiri caizse göz açıp kapayana kadar  İnsan olmayı öğrenmeye çalışarak geliyoruz ve gidiyoruz. İşte bu Yüzden Muhteşem Varlıklarız.. 

Bu 3 günlük Dünya’yı nasıl yaşamak istersek öyle şekillendirme gücüne sahip olan bunu da düşünceleriyle yaratan muhteşem varlıklar olarak, Hayatımızı Yüce Yaradan’dan aldığımız GÜÇ , FARKINDALIK, YARATICILIK, NEŞE, DENGE, KONTROL ve BOLLUK BEREKET bilinci ile istediğimiz gibi yaratma yeteneğine sahibiz.

Bu 3 günlük Dünya’da Siz nasıl yaşamak istiyorsunuz ?  Hergün şikayet ve sitemle sürekli birilerini suçlayıp, Mutsuz ve çaresiz hissederek mi ? Ya da Sonsuz Seçenekler Evreninde, Muhteşem varlığınızı fark ederek, istediğimiz hayatı Kendinizin ve Bütünün En yüksek hayrına pozitif düşünüp yaratarak mı ?

Hayatımızdan sadece biz sorumluyuz. Neye niyet edersek, Ne düşünürsek O Olur..

Karar Bizim.. 

Yüce Yaradan Ruhumuzu ve Yolumuzu Aydınlatsın

Ve  öyle de OLdu Çok Şükür..

Alev Cedimağar
Şifa ve Yaşam Terapisti

3 Haziran 2015 Çarşamba

MISIR’A YOLCULUK , KENDİME SEYAHAT...

MISIR’A YOLCULUK , KENDİME SEYAHAT

Şubat ayında yaptığım seyahat planım sabırla ve heyecanla süren bir bekleyişin sonunda 16 Mayıs Cumartesi günü başladı. Havaalanına ise sabaha karşı 3 gibi gittim. Zaten 3 gün önceden bavulumu hazırladığım için o anlamda bir telaşım yoktu. Aslında evde bekleyeceğime grupla tanışmak ve sohbet etmek için daha erken çıkmaya niyet etmiştim ki evde elektrikler kesildi. Elbet vardır bunun da bir hayrı demek ki oturmam lazım dedim. Nitekim 1 saat kadar sonra elektrikler geldi ve çıktım.
Havaalanına vardığımda seyahat edeceğim grupla ilk yüzyüze tanışmam oldu ve harika bir tanışma ve enerjiyle birlikteliğimize start vermiş olduk.
3 saatlik bir beklemeden sonra 06:45 uçağına bindik. İçimde bir “kavuşma” heyecanı vardı fakat neye kavuşacağım ve ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan sonra Kahire havaalanına indik. Alanda otobüslerimize doğru yürürken yanıma çok ciddi kıyafetli ciddi görünümlü bir adam geldi. Ben ne oluyor acaba diye düşünürken, kulağıma  eğilerek “ Oynama şıkıdım şıkıdım” diye şarkı söylemeye başladı : )))))  İlk kahkahalarım orada patladı ve sonrası da geldi : )))
Otobüse binip pencereden Kahire yollarını seyrederken birden “Merhaba ben geldim sizi çok özledim” dediğimi fark ettim. Sanki başka biri söylemiş gibi.. kendi kendime şaşırdım. Fakat halen kimi ya da neyi özlediğimi bilmiyordum..
Kahire’yi Gizze’ye bağlayan köprüden geçerek Gizze tarafına gittik. Bizim Anadolu – Avrupa yakası gibi bir köprü ve bölge.  Giderken Ölüler Şehri diye bir yerden geçtik. Orası çok ürperticiydi. Kahire de bulunan Emeviler'den kaldığı söylenen bir bölge. Yüzyıllar boyunca insanlar yaşadıkları evin bahçesine gömülmüş ve yıllar sonra geriye bahçesinde mezar olan bir sürü boş ev kalmış. 
Daha sonra fakir halk bu mezarlıkların üzerine ev yapmışlar ve orada yaşamaya başlamışlar. Yani altta mezarlar üstte ya da içinde insanlar yaşıyor. Fakat burası yasak bölge gibi. Yani kimseyi sokmuyorlar fotoğrafa falan asla izin vermiyorlar hatta pek dost canlısı da değillermiş. Böyle olunca da hükümet bakmış onları buradan çıkaramıyor semt yapmış minibüs falan koymuş etrafını da duvarla örmüş. çin seddi gibi bir yer olmuş. Yalnız görüntü gerçekten ürkütücüydü.. Bu da hayatın içinden bilmediğimiz milyonlarca kareden bir tanesi.. 
(ölüler Şehri)

(Gizze'ye geçerken , Köprüden Kahire)

Otel’de odalarımız ayarlanırken vakit kaybetmeyelim diye bavullarımız otobüs bagajında bizler aynen istanbul’dan geldiğimiz kıyafetlerle Direkt Büyük Piramit’e gittik. Aslında 3 piramitler. Keops, Kefren ve Büyük Piramit olarak. Biz Büyük piramite girdik diğerlerinin de fotoğrafını çektik.
Büyük piramit Mısır Firavunu Khufu'nun, bilimsel saptamalara göre anıt-mezar olarak MÖ 2560'da yaptırdığı söyleniyor ve Dünyanın 7 harikası kapsamında sayılıyor.

Firavunun inisiye odasına ve Lahitinin bulunduğu yere çıkmak için cidden Klostrofobisi olmayanları bile zorlayan bir deneyim olduğunu itiraf edeyim. Hele ki benim gibi uzun boylu ve eğildiği halde halen sırtı tavana çarpan biriyseniz, ciddi odaklanarak ve beyninizi boşaltarak çıkmanızı tavsiye ederim. Çünkü yaklaşık 100 - 150 mt. Daracık ve havasız bir merdivenden yukarı doğru tırmanarak dar bir yerden neredeyse sürünerek lahit odasına girdik.

Daha önce oraya giden ve Turu organize eden arkadaşımız yaptığı organizasyonla lahitin içine girerek sırayla meditasyon deneyimi yaşadık. Herkese 1 dk süre verildi.  
Yattığımız yer bir boş bir lahit. Yani yaklaşık 2 mt boyunda maksimum 1 mt eninde dikdörtgen taş bir kutunun içine girip uzandık gibi düşünebilirsiniz. Tabii özelliği olan bir taş kutu : )
Açıkcası ben çok fazla beklentiye girerek yatmadım. Hiçbir ön düşüncem yoktu. Sadece uzandım ellerim yanda avuçlarım yukarıda kendimi bıraktım. Birden ışık bir Tünele çekildiğimi fark ettim. Bir varlıklar bana sarılıyordu fakat bu sarılmanın içinde özlem ve Sevgi vardı. Hissediyorum. Sanki nerelerdeydin seni özledik der gibiydiler. Bu sevgi dolu sarılma duygusunu yakın zamanda ve aynı yoğunlukta bir de Kryon seminerinde Kryon ile yapılan kanal bağlantısında yaşamıştım. O yüzden çok tanıdık ve sevgi dolu olması beni çok mutlu etti. Sonra ışığa çekildim fakat neresi bilmiyorum. Derken Hasan beni uyandırdı ve sanki ruhum bedenden çıkmış tekrar bedenime girmiş gibi bir his yaşadım. Ayılamadım nerede olduğumu anlayamadım. Saatlerce kalmışım gibi hissettim. Zamanı kaybettim. Hasan’a sordum. 1 dk kaldın dedi.. 
İşin enteresan tarafı o deneyimden sonra ben Mısır’da sürekli zaman kavramını karıştırdım. Yani normalde Türkiye saati ile tam 1 saat geri saatler ve öyle karıştırılacak bir şey yok . Fakat orada zaman yavaşlamış gibi geldi bana. Akşam oldu diyorum bakıyorum öğlen yeni olmuş. Öğlen mi diyorum bakıyorum akşam 5 olmuş. Böyle enteresan bir döngüye girdim.
Daha sonra Sfenks’i ziyaret ettik. Mısırlılar Sfenks’in Kefrenin görünen yüzü diyor. İlginç bir yapı.

 Piramitlerde bol bol  panorama fotoğraflar çektirdik. Papirüs müzesine gittik ve  otelimize döndük. Zaten otele döndüğümüzde   yemeğimizi yedik ve yattık konuşmaya bile halimiz kalmamıştı. Diğer günlerde pek farklı olmadı.

Ertesi gün Sakkara’da ki “Basamaklı Piramit”e gitmek üzere hareket ettik.  Basamaklı piramit adı üstünde olduğu gibi ilk yapılanlardan ve basamak basamak olan bir piramit. İçine girmedik.  Dışarıdan fotoğraf çektik. Yamuk Piramiti ve Kızıl Piramiti de gördük. Zaten 5 taneler. Basamaklı, Huni, Yamuk, Kızıl ve Kefren piramitleri. Bu piramitler Mısırlıların deneyimsiz oldukları döneme ait adı üstünde cidden yamuk piramit. Mısırlılar onlara sönmüş kek ismini vermiş. Öyle duruyor. Benim tezime göre de “yukarıdan bakmışlar bu insanlar bu işi beceremiyor uzaylılarda (muhtemelen hathorlar) aşağıya inip yardım etmişler ve sonraki piramitler böyle inşa edilmiş” şeklinde muzip bir yaklaşım. Sonuçta olasılıklar çok. Bu da benimki ;)

Bu arada PİRAMİT kelimesinin anlamı , Bedenin saklandığı yer anlamına geliyormuş..
Memphis Müzesinde Ramses’in devasal bir heykeli vardı. Bol bol foto çektik. Alışveriş  yaptık ve imhotep müzesine doğru yola çıktık. Bu arada yol trafiğini develer katletmiş durumdaydı. Trafik yoğun. 2. Cadde de yoğun develer var şeklinde uyarı yapılıyormudur esprisiyle yolumuza devam ettik.

 Imhotep müzesinde Hathorların heykellerini ve ramses dönemine ait pek çok heykel gördük fotoğrafını çektik. Gerçekten çok güzel bir müzeydi. Zaten tüm müzeler harikaydı. Kahire müzesi ise muhteşemdi. Kapanmasına son 1 saat kala koştura koştura gezdik. Mumyalar odasını gezmek ve incelemek bence sadece en az 30 dakikaydı. Yani nasıl bir koşturma ve gezme hali siz düşünün. Bu yüzden tekrar gidersem çok belli noktaları tekrar rahat rahat gezmeye niyet ettim. En çok da Nil üzerinde gemide kalmayı diliyorum. Çünkü en Rüya gibi olanı Nil Nehri üzerinde yaptığımız yolculuk ve uğradığımız yerlerdi bana göre..


Ölüler kitabında geçen Ölüler ülkesine götüren Ölüler Kayığını  gördük. Toprak altından çıkmış ve bu kayık bu amaçla kullanılmış. Cidden meditasyonlarında kullanıyorlardı sanırım. Çok muazzam bir kayıkdı . hele ki bunun binlerce yıl öncesinden günümüze geldiği düşünülürse gerçekten insanın beyni duruyor.

Mısırlılarda Timsahlarla yani Sürüngen medeniyetle yakın ilişkiler her yere yansımış. Bu anlamda Timsahları bile mumyalamışlar. Bir müzeye gittik Timsah Müzesi. Her yer Mumyalanmış Timsah dolu. Nübye köyüne yaptığımız ziyarette temsili turistik bir Nübye evinde hem alışveriş hem bir şeyler içmek için oturduğumuzda orada da kafesde 2 tane canlı timsah turistlere sergileniyordu.  Şahsen ben bu timsahları mümkünse ya kafeste ya TV’den ya da mumyalı görmeyi tercih ederim. Çünkü Sürüngenler kendimi bildiğimden beri hazzetmediğim bir canlı grubu. Kendi doğal ortamlarında benden uzak mutlu mesut yaşasınlar temennisindeydim. Bu arada Mısır’a gitmeden önce National Geographic Kanal’da “Tesadüf” Timsahlarla ilgili bir Doğa Belgeseli izlemiştim. Bir Timsah ile karşılaştığınızda asla mücadeleye ya da şiddete girmeyin. Gördüğünüz yerde dümdüz tüm hızınızla kaçın çünkü timsahlar düz koşamaz bir süre sonra da yorulur ve geri döner , peşinizi bırakır demişti.  Ne olur ne olmaz bu bilgiyi de arkadaşlara aktardım J)  Nil yolculuğumuzda en çok sorulan soru bu olmuştu. Nil’’de Timsah var mı ? İnsanların olduğu suya girilen yerler korunmalıymış. Tel örgülerle Timsahların olduğu yerden ayrılmış. Yani Timsah varmış fakat giremiyorlarmış :D Zaten 4.gün Nil Nehrinde yüzme programı vardı. Tekneyle Nübye köyü yakınlarında “çöl kenarı” bir yerde durduk girmek için. Yalnız bu konu çok enteresan. Uçakla istanbul’dan Mısır’a gelirken yanıma Eşi Türk olan ve Türkiye’de yaşayan Mısırlı bir hanım oturdu. Ona geziden falan bahsettim ve bir ara Nil Nehrine gireceğimizi söyledim. Kadının yüzü döndü ve “Biz Nil’e girmeyiz. Akıntı çok kuvvetlidir. Dikkatli OL” dedi bana.. Benim de zaten aklımda tereddüt vardı. Niyeyse çok içime sinmemişti. Mısırlı Hanıma ‘da gidince duruma göre karar vereceğimi söylemiştim. Yüzmeye gittiğimizde üstümde mayom olduğu halde içimden girmek gelmedi. Bu arada dışarı 45 derece su 5-10 derece falan. Yani tam çivi gibi dediğimiz su. İnanılmaz bir akıntı var. Bizim Boğaz gibi . Arkadaşlar girdiler fakat yüzmek diye bir şey yoktu tabii.. çünkü mümkün değil. Sadece kıyıda mümkün olduğu kadar serinlemeye çalıştılar. Zaten 2 karış suda boğulmak değimini de Hasan yaşadı ve ciddi bir boğulma tehlikesi geçirdi resmen ölümden döndü. Kimbilir belki de ben de öyle bir şey yaşayacaktım ve iç sesim önledi.. Sonuçta Herşeyin vardır bir hayrı dedik ve çok şükür oradan mutlu ayrıldık. Bu arada çöl kenarında olduğumuz düşünülürse ve yukarıda da develerle bekleyen Araplar. Bayağa enteresan bir ambians’dı : )))  Rahatsızlık verme ya da taciz gibi bir durum hiç olmadı. Zaten adamların tek derdi bize bir şeyler satabilmek. Oraya bile tezgah kurmuşlardı hediyelik eşya ve diğer şeylerle ilgili..


Bu arada MISIR NİL’in HEDİYESİ inancı var ve tüm hiyerogliflerinde de bu vurgulanıyor. Çünkü Nil Nehri Hayatın başlangıcı olarak görülüyor.  NİL NEHRİ DÜNYA’DA GÜNEYDEN KUZEYE DOĞRU AKAN TEK NEHİR !

Ayrıca “Güneş Doğudan doğar, Batıdan batar fakat orada öte alemde yeniden doğar. Orası ölüm sonrasıdır” inancıyla Tüm Kutsal yapılarını hep BATI tarafına yapmışlar. (çok az yerde Doğu’da piramit var çünkü mezar kazmak zor olmuş yani coğrafi nedenlerden dolayı)
Mısır Topraklarına KARA TOPRAK denmesinin nedeni ‘de halkın kara tenli olması değilmiş. Aswan barajı yapılmadan önce Nil Nehri Taşarmış. Nilin taşmasından dolayı toprak da bereketlenir Rengi siyaha dönermiş. Bu yüzden Kara Toprak denirmiş. Bundan dolayı bu ülkede KARA yani SİYAH matem rengi değil BEREKET RENGİ olarak kullanılıyor ve kabul ediliyor.
MISIR kelimesinin anlamı da AKINTIYA KARŞI AKAN NEHİR  imiş…
O dönemde Mısır “Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır” diye  ikiye ayrılıyormuş. Aşağı Mısır PAPİRÜS ile Yukarı Mısır ise LOTUS ÇİÇEĞİ ile temsil ediliyor. Yani her yerde karşımıza çıkan Lotus ve Papirüs simgelerini kullanmalarının anlamı buymuş.  Krallar o dönemde her iki Mısır için ayrı ayrı inisiye edilirmiş ve Tahta çıktıklarında her iki MISIR’ı ayrı ayrı selamlarlarmış. Ayrıca Kralın iç organları için ayrı bir piramit , bedeni için de ayrı bir piramit inşa edilirmiş. Her Kral en heybetli kendisini göstermek için de yapılan tüm Heykeller devasıl boyutta temsil edilmiş. Mumyalarından anladığımız kadarıyla da aslında Ufak Tefek insanlarmış. : )








Ne kadar enteresan bilgiler değil mi ?
Bu kadar çok detayı ben hiçbir yerde okumamıştım. Gerçekten çok gezen mi bilir çok okuyan mı misali, Gerçekten gezmek bizzat görmek lazım..Tabii Mısırlı Rehberimiz Emad’in profesyonelliği ve derin bilgisi de bizi çok aydınlattı. Bu anlamda da çok şanslıydık.

Gezdiğimiz pek çok müze içinde en çok beğendiklerimden biri ya da beni etkileyenlerden biri İmhotep Sakkara Müzesi oldu. Burada binlerce yıl öncesinden çıktığına inanamayacağınız kadar yeni kalmış Mumya’lar ve Halkın genel yaşayışını anlatan heykeller, aksesuarlar vardı.  Özellikle Aksesuarlardan çıkardığım sonuç şu ki, O dönem de kadınlar da inanılmaz süslü ve kolye, bileklik, yüzük gibi takım aksesuarlar kullanmaya dikkat ediyorlarmış. Ve muhteşem takılar vardı. Birçoğu taklit edilerek günümüzde kullandıklarımızdan. Zaten gördüğüm kadarıyla tek parmak terlik de bize Mısırlılar’dan gelmiş : ))

Etkilendiğim diğer Müze ise Kahire Müzesiydi.  Muazzam bir Müze. Bizim gittiğimiz gün Mısır’da gelişen olaylar yüzünden önlem olarak Müzenin önünde tanklar, çelik kuvvet ve tel barikat kurulmuştu. Aralarından geçerek müzeye girdik. Aklımıza gezi olayları geldi ve Diren Kahire diye de esprimizi yaptık :D  Tabii çok şükür sadece bir önlemdi. Kahire Müzesi Dünya UNESCO koruma kapsamında olduğu için Gözbebeği gibi korunan bir yer. Yani ülkeni teslim et Kahire Müzesini verme gibi bir şey. Müze Dünyanın tarihini geçmişini taşıyor. Gerçekten orada tek bir taşa bile zarar gelse, Dünya tarihinden bir sayfa eksilir.. Binlerce eser olduğu düşünülürse durumun önemi daha iyi anlaşılabilir. Müze’ye girerken fotoğraf makinası sokmak fotoğraf çekmek Kesinlikle yasak. Yani hiç şansın yok. Makinanı alıp seni de müzeden atarlar. O yüzden tek bir kare dahi çekemiyorsun. Zaten her yer de kamera sistemi var. Biz bir şanssızlık yaşadık ve müzenin kapanmasına son 1 saat kala giriş yaptık. Ve çok hızlı bir tur oldu. Halbuki sadece mumyalar ile ilgili bölüm en az 1 saat gezilebilirdi. Olsun vardır bunun da bir hayrı. Belki de bu benim için bir Demo oldu. Asıl filmi bir daha ki gidişimde izleyeceğim diyorum . Bu arada sürekli bir daha ki gidişimde diyip duruyorum galiba tekrar gideceğim … Müze’de en dikkat çekici durum HATHOR’ların her yerde heykelinin olmasıydı. Bir de Uzay Yolu filminde ki uzaylı karakterlerin çoğu oradaydı. Çok ilginç değil mi ?  Bu da Mısırlıların uzaylı bağlantılarını açıklıyor bence. Müzeyi Seyhan diye bir arkadaşımla grupdan ayrılarak kendimiz free gezdik. Bir mumyanın başına geldiğimizde ikimiz de aynı anda rahatsız olup geri çekildik. İnanılmaz bir negatif enerji ya da tabiri caizse kötülük saçıyordu. Ona bakmak bile istemedik. Kim olduğu belli değildi. Araya yerleştirilmişti. Uzaklaştık bakmadık. Altın Tahtlar, Arabalar, Altın aksesuarlar ve daha pek çok şey.. Evet Tekrar gidilmesi gerek..
Gezdiğimiz her tapınağı her yeri ayrı ayrı yazmaya başlarsam bu yazı kitap şeklini almaya başlayacak o yüzden genel olarak gezdiğim tüm tapınaklarda enerji olarak baktığımızda herkes eminim farklı şeyler hissetti ve yaşadı. Ben Mısır’ın enerjisini zorlu sarp yollara benzettim. Sürekli yokuş çıkmak zorundasın sürekli mücadele olan bir ülke karması var. Yani bu kadar manyetik ve enerji alanı yüksek bir ülkenin böyle bir karma enerjisi olması nacizane kendi adıma ilginç geldi.  Her ülkenin ve orada yaşayan insanların karması var herkes oraya bu şekilde dahil olmaya seçerek gidiyor. O yüzden de yine her şey olması gerektiği gibiydi diyorum.
Tapınaklarda ise “Her tapınak pozitif enerjidir” tezinden yola çıkmak yanıltıcı olabilir. Çünkü gittiğim tapınaklarda negatif enerjisi yüksek yerlerde vardı. Her yerde olduğu gibi oralarda da kendimi Yüce Yaradanın Işığına ve Korumasına aldım. Akım yani enerji anlamında da Beni öyle çok etkileyen bir yer olmadı. Enerjiyle uyumlu olduğumu fark ettim. Yani beni aşan ya da etkileyen yüksek bir titreşim ya da enerji hissetmedim. Herşey benim için çok doğaldı ve olması gerektiği gibiydi. Sanki uyumlanmış gibiydim.  
Büyük piramitteki lahit deneyimim’den sonra 6. Güne kadar her şey doğal akışında normal turistik gezi kıvamında güzel devam ediyordu. Fakat 6. Gün yani Sobekh ile Horus’un ortak tapınağı yani MISIR’IN ŞİFA MERKEZİ olan tapınağa gidene kadar. Buraya ŞİFA TAPINAĞI’da deniyormuş. Ve ben oraya gittiğimde yine bir sarılma hissettim. Yine Sevgi dolu fakat içinde yoğun olarak ÖZLEM olan bir sarılma hissi.. Saçlarımdan ayak uçuma kadar titredim. İçimde mutluluk, özlem, keder, keyif gibi karışık duygulara daldım.  Sanki yıllarca Sıla’da kalmışım da yıllar sonra evime dönmüşüm hissine kapıldım. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. İçimden ağlamak geldi. Taşlara dokundum hatta sütunlara sarıldım. Sonra gittim bir yere oturdum ve anlık bir vizyon gördüm. 6 – 7 saniye sürmüş olabilir. Belki fazla belki de az bilemiyorum. Lakin gördüğüm şey orada Şifacı olduğumdu. Bir kadın vardı karşımda, Kraliçe olabilir ya da öyle kudretli bir kadın. (içime doğan isim İSİS Oldu)  Beni çok seviyor. En güvendiği şifacısı benmişim ve bana çok saygı duyuyor. Sanki geçmişte bir şey olmuş ve onu ya da çocuğunu kurtarmışım gibi net olarak algılayamadığım bir durum var. Saçlarım siyah toplu fakat topuz gibi değil farklı. Üstümde beyaz bir elbise var. Ciddi fakat yumuşak,  çok esmer bu halime benzeyen bir yüzüm var.  Kendime geldiğimde KENDİMİ BULDUĞUMU da fark ettim. Çünkü ben kendimi hiçbir zaman ne tanrıça, ne Ramses, ne İsis ne de başka bir tanrı gibi hissetmemiştim. Mısır ile Bir bağım olduğunu çok iyi biliyordum. Orada bir işçi bir evhanımı ya da benzer bir şey olabilirdim. O topraklarda yaşadığım için de oraya ilgi duyuyor olabilirim diye yorumlardım . ARTIK ÖĞRENDİM. Ben Şifacıymışım. Ben Hep Şifacı Olmuşum… Eski Yuva’mı ziyaret ettim ve hasret giderdim. Oradan ayrılmak bana çok zor geldi. Mümkün olsa siz gidin ben burada kalmak istiyorum diyecektim. Fakat tekrar görüşeceğiz biliyorum..



Buradan ayrıldıktan sonra etkisinden uzun süre kurtulamadım. Grubumuzun Doktoru Safiye ile paylaştım. Acaba bundan yazımda bahsetmelimiyim diye hem kendime içime,  hem Safiye’ye sordum. İç sesim “şimdiye kadar kendine en küçük bir bilgi dahi saklamadın hep paylaştın yine  Paylaşmalısın” dedi.. Safiye’de bunu desteklercesine paylaşmam gerektiğini söyledi. Zaten Mutluluğuma en yakın şahit olan 2 -3 kişiden biriydi..
Daha sonraki gezilerim normal turistik modunda geçti. Çünkü ben alacağımı almış öğreneceğimi öğrenmiş ve de ziyaretimi yapmıştım..
Enerji olarak en berrak yerlerden biri de Luxor tapınağı idi. Buraya gece gezdik. Işıklandırmadan dolayı akşamları geziliyor. Orada da grubu bıraktım ve tek başıma sütunların arasında oturarak oradaki dinginliği ve huzuru yaşadım doyasıya. Tüm Mısırı düşündüm. Gezdiğim yerleri ve geçmişteki hayat izlerini. Orada yaşayan halkı. Yaşamlarını ve bize bıraktıklarını.. Kendimle baş başa kalmaya çok alışık olduğum için burada ki zaman dilimi ve içsel yolculuğum benim için çok önemliydi.







Biraz da Mısır’dan genel olarak bahsedeyim. Mısır’ın para birimi Mısır Pound’u. Türk lirasına çevirmek için 3’e bölmek gerekiyor. Yani 100 Mısır Pound’u yaklaşık 35 TL yapıyor. Ülke ucuz bir ülke. Herşey pazarlıkla oluyor. Söyledikleri her şeyin 1/10’nu teklif ediyorsunuz önce olmaz diyorlar sonra bakıyorlar ki gidiyorsunuz hemen veriyorlar. Mesela fosforlu bir Sfenks aldım. Fosforlu taştan yapılmış. Karanlıkta parlıyor. İlk gittiğim yer 580 Pound dedi. Sonra başka yerde sordum 380 Pound dedi. Ben de 10 USD vermeyi teklif ettim.  Asla olmaz dedi sonra ben geri dönüp gidince tamam dedi verdi. Yani her şey böyle oluyor. Bir de poundlarım bittikten sonra fark ettim ki Dolar görünce her şeye tamam diyorlar. Ben de yanımda bir sürü 1 dolar götürmüştüm. Şu düğünlerde havaya atılanlardan (Döviz bürosu bu kadar çok 1 dolar alınca düğün mü var diye sormuştu : )))  ) Yani benim gibi yaparsanız her şeyi daha da ucuza alma şansınız var.
Ayrıca satıcılar inanılmaz ısrarlı. Yani otobüs  kapısından içeri fırlıyorlar peşinizi bırakmıyorlar hayatınızda böyle bir ısrar görmemişsinizdir. Onları gördükten sonra Türkiye’de turistik yerlerde ki çay bahçelerine ,restaurantlara çağıran ya da benzeri alışveriş de buyurun gelin diyen bizim satıcılar inanın devede kulak kalıyor. Meğerse bizimkiler ısrar değil posta koyuyormuş bile diyebilirsiniz : ) ) )
Bir de dolaşırken sürekli Türkmüsünüz ? Nerelisiniz diye soruyorlar. Türküz derseniz hemen milli marşları gibi ezberledikleri “Hasan Şaş, Yavaş yavaş” demeye başlıyorlar. Önce hoş geliyor sonra boş geliyor ve sıkılıyorsunuz. Hele ki o cümlenin eskiden arap sinemasında çevrilen ve tüm arap ülkelerine dağıtılan porno bir film’den replik olduğunu öğrenince.. meğerse adamlar bizimle dalga geçip inceden inceden de taciz ediyorlarmış : )))  Bunu öğrendikten sonra “ne demek istediğini iyi biliyorum” der gibi ben gayet ciddi yüzüne bakıp geçiyordum.O zaman geri adım atıyorlardı ;)  Bu arada beni  sanırım boyum uzun ve saçlarım kızıl olduğu için Rus zannettiler. Önceleri rusmusun dediklerinde hayır diyordum sonra evet demeye başladım sonra baktım her türlü kurtulamıyorum cevap vermeyerek uzaklaşmayı seçtim ve son yöntemim etkili oldu ;)
Bu arada yemeklere gelince..  Bol bol sarımsaklı , soğanlı ve baharatlı. Yani bizim ağız tadımıza uygun. :D Yalnız ilk kez kokarmıyım biri rahatsız olurmu düşüncesi olmadan rahat rahat yedim. Çünkü herkes yedi ve de ilginç kokmadık. Ya da zaten hepimiz kokuyorduk fark etmedik J )))
Bana gitmeden önce söylenen yediklerine dikkat et ile ilgili tatsız bir durum yaşamadım.  Sabah ve Akşam yemeklerini zaten otellerimizde son derece mükemmel açık büfe yiyorduk. Öğle yemeklerimizi dışarıda yiyorduk ve hep kaliteli güzel yerlerde yedik. Restauranta gidince 3 soru var. “Tavuk mu ? , Balık mı ?, Et mi ? yiyeceksin”  Ben ilk gün seçimimi Et’den yana kullandım. Fakat gelen et çok tuhaftı. Bu yaşıma kadar yediğim hiçbir Et’e benzemiyordu. Arkadaşlarda fark etti. Bu kesin Deve eti diye tahmin yürüttüm. Sorduk öküz eti dedi. Fakat halen deve eti yediğimizi düşünüyorum . önemli değil tabii sonuçta deve de yeniyor fakat inanılmaz lezzetsiz di. Belki de onlar pişirmeyi beceremedi bilmiyorum. Sonraki günlerde tercihimi hep balıktan yana kullandım. Nil’den tuttukları balıklar . Lezzetliydi. Bir gün de çok enterasan bir seçimle karşılaştım. Et, Balık , Tavuk ve GÜVERCİN ! nasıl yani dedik. Güvercin dedikleri Bıldırcın olmasın ? Hayır değilmiş. Yemek için Güvercin Çiftlikleri varmış ve yiyorlarmış. Ben her zaman değişik tadlara açık biri olarak hemen seçimimi Güvercin’den yana yaptım. Izgara şeklinde ortadan ikiye kesilmiş geldi. Çok lezzetli fakat eti yok. Zaten rehberimiz söyledi. 1 tane yetmez 2 tane söyleyin diye. Ben de beğenirsem 2.yi söylerim diye düşünmüştüm. En fazla 3 çatal et çıktı . Bildiğimiz bıldırcın lezzetinde. Güzeldi yani. Fakat 2. Güvercini yemedim. Tadımlık tadında kalsın misali ;) Sonra tekrar balığa döndüm Ta ki 5. Güne kadar.. O gün yine Nil kenarında motorla gittiğimiz güzel bir restaurant’da balık söyledim. Güveç içinde bol soslu bol baharatlı geldi. Sonra baktım et ve tavuk isteyenlere de aynı sosu kullanmışlar her şey aynı yani. Fakat bana çok ağır geldi. Soslarını yemedim içinden balığı seçip yedim. Ve o gün iptal oldum. Hayatımda hiç böyle bir mide bozulması böyle bir fenalık yaşamamıştım. O gün o halde günü bitirdim fakat gemiye gittiğimizde nakavt olmuştum. Sağolsun sevgili arkadaşım safiye ilaç verdi. (her grupda bir doktor turist olmalı :D ) Dinlendim ve çok şükür çok hızlı bir şekilde toparladım. Bu arada Zaten sol ayağımın tendomunu da gitmeden önce incittiğim için ağrıyan sol ayağımdan dolayı yüklendiğim sağ ayağımın da şişi inmişti.  Fakat Sabah kalktığımda komple kendime gelmiştim. Kendimi yeniden doğmuş gibi dinç hissettim. O gün de şifa tapınağı günüydü. Demek ki onun için iyileştim ya da iyileştirildim ve kalktım.. Fakat midemin düzelmesi 3 – 4 günü buldu ve bu süre zarfında da sürekli sossuz makarna,patates haşlaması muz gibi şeyler yemeğe özen gösterdim : )))
(kaldığımız gemi)


Bu arada çok enteresan bir durumda insanların otobanda yürümeleriydi. Vızır vızır arabalar geçiyor ve insanlar en küçük telaş yapmadan gayet rahat , otobanda  değil de sahil de gezmeye çıkmış gibi  karşıdan karşıya geçiyor. Yani şaka gibiydi. Bu arada trafik ışığı ve trafik polisi diye bir şey yok. Yaya geçidi zaten hayal. Yani şaka gibi bir ülke. Ve bu kadar Kaos içinde hakikaten kendi düzenlerini yaratmışlar. Yani ne araba kazası ne da başka bir şey yok çok şükür. En azından biz hiç görmedik. En büyük olay sen sağa döndün ben sola gidicem tartışması oluyor. Düzensizlik içinde düzen kurmuşlar öyle gidiyor hayat..
(Şehirde bir Traleybüs) 


Mısır’da dolaşırken bir süre sonra fark ediyorsunuz ki alışmışsınız. Yani çok tuhaf gelen her şey çok normal gelmeye başlıyor. Bu arada önce hayranlıkla dolaştığınız her yer de hikayeler ve olaylar ne kadar farklı olursa olsun,  bir süre sonra “burada da  hiyeroglif sütunlar ve taşlar var” şeklinde normal bir algılamaya dönüşüyor. Ben bunu  Antik Ege- Akdeniz Trekking  Gezilerimde yaşamıştım. Selçuk, Tire , Midas, Aspendos falan derken artık tüm antik şehirler normal gelmeye başlamıştı. Mısır’da öyle oldu benim için. Evet burada büyük ve Mistik bir Medeniyet Yaşamış ve her şey muhteşem düşüncesi yerleşiyor ve öylece de kalıyor..
Ve dönüş yolculuğu..
Türkiye’den Kahire’ye uçarken valizim 24 kg idi. Kahire’den Aswan’a uçarken 17 kg. oldu. Luxor’dan Kahire’ye uçarken 19 kg oldu ve Kahire’den istanbul’a gelirken içindeki bir sürü taşa aksesuara rağmen 20 kg oldu. J)) Yani Benim valiz ağırlaşması gerekirken  sürekli eksildiğine  göre muhtemelen havalanlarının tartısı bozuktu. Yoksa bir anlam veremedik J)) i .
Dönüş benim için tam zamanıydı. Yani 9 gün  benim için yeterli bir süreydi. Ülkemi, Evimi ve Tüm Dostlarımı Arkadaşlarımı yani sizleri çok özlemiştim.  Kahire’den ayrılırken içimde hem huzur hem de burukluk vardı. Huzur bu dünya’da ki yuvama topraklarıma döndüğüm içindi, burukluk ise geçmişteki yuvamdan ayrılış gibi bir şeydi.. Fakat hissettiğim şuydu ki , Ben kesinlikle ve kesinlikle kendimi Türkiye Topraklarına ait hissediyordum. Geçmişte ne yaşandıysa yaşandı. Önemli olan daima ŞİMDİ ve BEN de BENİM..
Bu arada Mısır’a Veda Etmedim çünkü birgün tekrar görüşeceğimizi biliyorum..

 Alev Cedimağar
Şifa ve Yaşam Terapisti