9 Mart 2017 Perşembe

 BİLGİ’ye ulaşmak, Öğrenmek ve Sorgulamak..
Uzun bir yazıyı okumaya başlamak üzeresiniz. Eğer üşeniyorsanız o zaman kitap okuma alışkanlığınız da yoktur ve dolayısıyla kime ne söylerse ona inanma eğilimine girersiniz.
Gerçekten öğrenmek ve kendi gerçeğinize ulaşmak istiyorsanız çok Okumalısınız diyerekten başlıyorum ;)

Bilgi’ye ulaşmak için öncelikle ilgi alanınız ne ise onunla ilgili her şeyi okumanız gerekir. Okudukça yeni bilgilere ulaşabilir ve her ulaştığınız yeni bilgi sizi merak ettirerek daha ileri bir Bilgi’ye ulaştırır ve O da diğerine. Sonra bir bakarsınız bilgiler beyninizde süzülmeye başlamış ve uygulayarak da hayatınızı değiştirmeye başlamışsınız :)

Bilgiler herkesin bilinç düzeyine göre anlam kazanır.
Bundan size bir örnek vereyim.
Bedenin konuştuğunu yıllar önce ilk kez Louise Hay’in kitaplarıyla öğrendim.
Bu konu bana çok ilginç geldi. Daha önce hiç böyle bir şey düşünmemiş ve duymamıştım. Hatta okurken “Acaba bu tespitleri nasıl yapmış ?” diye düşünerek okudum. En son yazdığı olumlamalar da dikkatimi çekti ve o zamanlar bile olumlamalara olumlu bakamadım :))
Sonra bu bilgilerin gerçekliğini gerek kendi danışanlarımdan gerekse çevremden bizzat kendim araştırıp izlemeye karar verdim. Ve öyle de yaptım.
Bu sorgulamalarım sırasında kitap’da yazan Bazı bilgilerin birebir doğru olduğunu bazılarının eksik ve bazılarının ise çok farklı olduğunu keşfettim..
Mesela,
Louisa Hay ASTIM’a sebep olarak kısaca “Boğucu sevgi ve ilgiyi” göstermiş. Bu bana çok “tuhaf” gelmişti. Yani sevgi ve ilgiden hasta olunuyorsa benim olmam gerekirdi çünkü aile ortamım öyleydi :) Hem sevgiden kime ne zarar gelmiş ki ;)
Oysa ki araştırmalarım da ASTIM hastalarının özetle mükemmeliyetçi, empati ve hoşgörüden uzak otoriter bir anne ve baba baskısı ya da ortamda büyüyen/yaşayan insanlarda ortaya çıktığını gördüm. Ortak konular bunlardı. Bunun yanı sıra yine yaşanılan ortamda kavga gürültünün çok olması da diğer bir etken idi.
Ya da ,
GÖZLER ile ilgili olarak “Geçmişi, Şimdiyi ve Geleceği net görememek” olarak tanımlamış.
Ben kendi araştırmalarımda ise “Bakış açısını” değiştirmekte zorlananlarda, Ya da tabiri caizse sürekli bardağın boş tarafını görerek kendini üzmeye meğilli insanlarda ya da çok eleştirildiği için bu bakış açısını kendine kopyalayan insanlarda gözler ile ilgili problemin çok bariz yaşandığını gördüm. Yani geleceğini planlayamamak ya da görememek ile ilgisi yok. Kişi geleceğini planlıyor lakin “Endişe” ile yani “olumsuz” bakış açısıyla yapıyor. Mesela çocuğum yurt dışına eğitime gidiyor ya orada başına bir şey gelirse. Ya beceremezde paralar boşa giderse, Ya orada bilmediğimiz bir adamla evlenirse :D gibi gibi..(bu da yaradana teslimiyet yani inanç ile ilgili noktayı önümüze getiriyor) Ya da “olumsuz bakış açısına” farklı bir örnek olarak, Arkadaşını görüyor kuaför’den çıkmış. “Saçların çok güzel olmuş ama bu elbise sana hiç yakışmamış” gibi orada ki olumsuzluğu da “görerek” ön plana çıkarıyor. Gibi..
Ya da
MENAPOZ “Arzu edilen biri olmama endişesi” olarak tanımlamış.
Oysa ki Menapoz biyolojik ve genetik bir durum. Yani erken menapoz ya da geç menapoz genelde kişinin biyolojisiyle alakalı. Buna etken olarak tek bir noktada değil yaşadığı GENEL olarak TÜM olumsuz olaylar da büyük etken. Yani bunu sadece Dişil enerjiye bağlamamak gerekiyor. Arzu edilmediğini düşünen kadının zaten tüm dişil enerjisi ve dolayısıyla tüm enerji merkezleri de zayıflamış olduğu için tüm bedenini etkilemeye başlıyor.
Ya da
ŞEKER hastalığı.. “Keşke .. hayatın hiç tadı yok ki” şeklinde herhalde içinde şeker olduğu için her şeyi hayatın tadına tuzuna bağlamış. ;) ..
Oysa ki benim tanıdıklarım ve danışanlarım için de hayat dolu cıvıl cıvıl şeker hastaları var. Sadece hepsinde gözlemlediğim nokta yaşadıklarına Tepkisel yanlarının, kendilerini rahatlatamamanın, isyanlarının, dediğim dedik taraflarının çok yüksek olması. Yani kendilerini sınırlarının içine hapsetmişler ya da yetiştirme tarzıyla hapsettirilmişler ve o sınırların dışına çıkamıyorlar, gevşetemiyorlar ve buna uymayan her şeye ve herkese de tepkisel davranıyorlar. Gibi kısaca özetleyebilirim.
KULAK ÇINLAMASI için “İç sesini duymama hissetmeme” demiş..
Oysa ki artık çok iyi biliyoruz ki Enerjilerin yoğunluğu yani uyumlanma süreçlerinde bu kulak çınlamalarını hepimiz çok net yaşıyoruz. Normal zamanda yani enerjiden bağımsız olarak yaşanan kulak çınlamalarının da o an ki hayatınızda yaşanan süreç ile ilgili belirsizliğin dengenizi bozmasından dolayı olabileceğini çok rahat söyleyebilirim
Hatta geçenlerde bu konuyu arkadaşımla konuşurken bana “Ben tırnağa, saça, kirpiğe kadar her şeye bir anlam yüklemeyi saçma buluyorum. Bence Beden bir Bütün ve her ne yaşanıyorsa farklı şekillerde tepki veriyor” dedi. Ben de bu da olabilir dedim. Doğru. Herkesin en zayıf noktası ne ise oradan patlak veriyor olabilir. Mesela İnatçı tarafı boyun fıtığı değil de, Diabet şeklinde kendini gösteriyor olabilir.. Yani her şey olabilir çünkü bilgi sürekli değişerek büyüyor.
Bununla birlikte her organın her hastalığın altına yazılan olumlamaları direkt kafadan elemiştim.
Yani Böbrek hastasına her gün “Geçmişimi bırakmayı ve sadece geleceğe odaklanıp yaşamayı seçiyorum” cümlesini söyletebilirsiniz ve Hiçbir şey OLMAZ ! Zaten akıl var mantık var. Her hastalık olumlama ile iyileşseydi o zaman Doktorlar reçetelere olumlama yazar gönderirdi :))
Neden olmaz ? çünkü daha önce defalarca yazdığım gibi, Olumlamalar şiir gibi okunmaz.
Önce Ruhsal olarak kişinin kendini fark etmesi ve değiştirmesi gerekir. Olumsuz yönlerinin neye yol açtığını anlayıp onları olumlu şekilde değiştirip bağlarını kesmesi gerekir. Yani bu aslında başlı başına bir şifa yani enerji çalışması gerektirir. Zaten o yüzden insanlar bana geliyor ve ben de naçizane rehberlik yaparak onları kimseye bağımlı olmadan, kendilerini hangi yönde nasıl değiştirebileceklerini söyleyerek kendi hayat yollarında özgürce yürümelerini fark ettiriyorum. Kendinizde yapabilirsiniz. İnatçımısınız ? O zaman artık insanlara dediğinizi yaptırmaya çalışmak yerine “Ben böyle düşünüyorum bence böyle iyi olur. Lakin sen nasıl istersen öyle yap” demeyi öğrendiğinizde rahatlamaya başlarsınız. Zaten böyle konuşmayı öğrenen kişi yüksek Ego’sunu da dengeler. Çünkü dediğim dedik kişilerde yüksek ego ve kibir birlikte çalışır ;)
Velhasıl,
Zaman zaman yazılarımda “kendi tespitlerimden” yola çıkarak bedensel mesajları yazıyorum. Bazı arkadaşlar bu Louisa Hay diyor. Doğru bedensel mesajlar ile ilgili bir konu da çıkış yapması tamamen ona ait. fakat açıklamalar ise tamamen benim gözlemlerime ait.
Yani Louisa Hay’in kitabı bir bilgi temeli oluşturdu. Fakat her şey gibi değişime yani revizyona uğradı ve üstüne yeni bilgilerin inşa edilmesini sağladı. Yani Değişti.
Belki farklı tepkiler gösteren bir astım hastası ile çalıştığımda “bu da varmış, bu da olabilirmiş” şeklinde ekleme yapacağım. Ya da benim yazdıklarımı bir üst bilgi olarak baz alan bir kişi de aynen benim gibi araştırarak bir üst bilgiye ulaşacak.
Tüm bilgiler bu değişim sirkülasyonundan geçerek kendini yeniler ya da eski de kalarak değişir.
O yüzden daima kim olursa olsun Bilgi’yi akıl mantık kalp ücgeninde DENGE’de düşünerek okumanız, sorgulayıp, araştırmanız ve okuduklarınızla birleştirerek yeni bilgilere ulaşmanız çok önemlidir. Yani bir bilgi de sabit kalmayın. Onu tabu yapmayın. Düşünün, araştırın ve ilerleyin..
Kimbilir ileride belki bunları da içine alan farklı versiyon bir kitap yazabilirim..
Hepimizin en yüksek Hayrına Işık Olması dileklerimle ve Tüm Sevgimle..
Öyle de OLdu çok şükür
Alev Cedimağar
Şifacı Rehber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.